Umudu ve Hüznü Yeniden Tanımlamak

feature-image

Play all audios:

Loading...

Maksim Gorki’nin Portresi, 1906 — Akseli Gallen-KallelaUmudu ve Hüznü Yeniden TanımlamakMaksim Gorki: ÇocukluğumFaik İzanFollow4 min read·Feb 4, 2018 --


1


Share


Zor hayat hikayeleri, hüznün kıyaslanabileceği birer mihenk taşı olurlar okuyucularına. Gorki gibi gerçeği okuyucunun burnunun ucuna kadar getirip, gerçeğin kokusunu alma şansı tanıyan


yazarlar, bu yaptıklarıyla karamsarlık saçmış olmazlar aslında. Tam aksine onlar, eserleriyle okuyucuya karşı konulamaz bir hafiflik hissi verirler.


Onların satırlarında acının ve sefaletin standardı öylesine yüksektir ki, dönüp payımıza düşene bakar, gülümser ve umudun tanımını baştan yapmaya girişiriz. İşte Gorki’nin otobiyografik


roman üçlemesinin ilk kitabı olan Çocukluğum, bize bu mihenk taşlarından birini sunarak kendi hayatımızı ona sürtme ve hüznümüzü ölçme fırsatını sunuyor.


Maksim Gorki (1868–1936) Rus yazar. Beş yaşındayken babasını kaybeder, ardından annesi yeniden evlenince doğum yeri olan Nijniy Novgorod’a, nenesi ve dedesinin yanına gönderilir, orada onlar


tarafından büyütülür.


Sadece birkaç ay okula gitme şansı bulur ve sekiz yaşında hayata atılıp çalışmak zorunda kalır. Ömrü sefalet ve acılar içinde geçer; dedesi ve diğer akrabalarından türlü işkenceler görür,


yedi yıl boyunca siyasi bir sürgün olarak yaşar ve bir kez intihar girişiminde bulunur.


Fakat tüm bu zorluklara rağmen onu yaşama tutunduran bir insan ve bir de tutkusu vardır hayatında. O insan nenesidir, tutkusu ise yazmak. Çocukluğum adlı kitabına şöyle giriş yapıyor:


Babam dar ve yarı karanlık odada, yerde, pencerenin altında yatıyor; üzerinde beyaz ve alışılmadık derecede uzun bir giysi var; ayakları çıplak, ayak parmakları tuhaf bir şekilde birbirinden


ayrık. Göğsünde alabildiğine dingin, huzur içinde duran güzel ellerinin parmaklarında da bir çarpıklık var. Neşe dolu gözleri, üzerlerine kararmış iki bakır para konularak kapatılmış.


İyilik dolu güzel yüzü kararmış; bu kararmış yüz, sırıtırmış gibi görünen dişleriyle beni ürkütüyor.


Gorki, babasını gördüğü son sahneyi tasvir ediyor bu paragrafta ve belki de sayfalar dolusu yazıyla ulaşılamayacak bir ifade zenginliğini sadece altmış beş kelimeyle elde ediyor. Üstelik


doğanın en gerçek ve vahşi olaylarından birini, ölümü, basmakalıplığın gizli tuzaklarına düşmeden zarif bir şekilde tanımlıyor bize.


Böylesine acıklı bir sahneyi tasvir ederken kötümser kelimelerin ağırlığını okuyucunun yüzüne çarpmak yerine, onları ayıklıyor ve sakince iyimser olanları sunuyor:


- Huzur içinde duran güzel ellerinin parmakları- Neşe dolu gözleri- İyilik dolu güzel yüzü


Ölümün, beş yaşında bir çocuğun gözündeki anlamsızlığına ve çocuğun tecrübe ettiği hissizliğe tanık oluyoruz anlattıklarında. Bu yüzden ölüm, herhangi bir ağıt havasıyla sızmıyor, aksine,


bir yabancılaşmayla taşıyor satırlarından:


Sırıtırmış gibi görünen dişleriyle beni ürkütüyor.


Anne ve nenesinin ağlayışlarına da bir anlam veremiyor Gorki, sadece onların ağlarken ki garip vücut hareketlerine, sıçrayışlarına ve hıçkırıklarına takılıyor gözleri.


Daha önce büyüklerin ağladığını hiç görmemiştim. Ninemin kim bilir kaçıncı kezdir tekrarladığı sözlerden de hiçbir şey anlamıyorum.


Çocuğun ölüm kavramını anlayamayarak ölenden uzaklaşması, büyükleri tarafından hoş karşılanmıyor. Birini kaybetmenin acısını nasıl yaşaması gerektiği detaylıca öğretiliyor ona nenesi


tarafından:


Babanla vedalaş yavrum… Onu bir daha göremeyeceksin… öldü baban. Nasıl vakitsiz öldü hem de!


Beş yaşında böylesine bir travma yaşamak ve yıllar geçtikten sonra bile onu kolaylıkla hatırlamak doğaldır elbette. Fakat o anı en ince detayına kadar betimlemek, en kuvvetli hafızalar için


bile neredeyse imkansıza yakın bir vazifedir. Geçmişe dair hatırladığımız her hatıra, bir önceki anımsamamızın lekelerini taşır aslında ve sonraki anımsamamıza asıl olayda olmayan izler


bırakır.


Bir zamanlar, babasının artık gittiğine, yok olduğuna, öldüğüne inandırmaya çalışan büyükleri, yıllar sonra bunun tam tersini yapıp ona her fırsatta babasını hatırlatmaya girişirler. Bir gün


kalabalık bir akşam yemeğinde babasının eski arkadaşlarından biri Gorki’ye eğilir, ona baba adıyla seslenerek şunları söyler:


Aleksey Maksimiç, biliyor musun, babacığın da aramızda olsaydı, o da ateş gibi yakardı ortalığı! Sevgi dolu, neşe dolu bir adamdı senin baban. Onu anımsıyor musun?


Hayır.


Gorki, o dönemin Rusya’sında insanların mutlulukla olan absürt ilişkisine de değiniyor. Onların mutsuzluğu tersyüz edip — günümüzde haz aracılığıyla mutluluğun elde edilmeye çalışılması gibi


— onu bir takıntı haline getirdiklerinden ve mutsuzluk aracılığıyla kendilerine türlü türlü eğlenceler icat ettiklerinden bahsediyor.


Bir pazar günü, dayıları, nenesi ve dedesi arasında çıkan büyük bir tartışmada bağrışmalar, hakaretler ve göz yaşları birbirine karışır ancak dakikalar sonra sanki hiçbir şey olmamış gibi


herkes olağan haline geri döner. Gorki hissettiği yabancılık hissini yineliyor:


Çok sonraları anladım ki yoksulluk ve sefalet içinde yaşayan Rus halkı, kendilerini acılarıyla eğlendirmeyi, onlarla çocuklar gibi oynamayı pek seviyor ve mutsuz olmaktan nadiren utanıyordu.


Bitip tükenmek bilmeyen tekdüze çalışma günleri bir bayrama, yangınlar da eğlenceye dönüşebiliyordu; anlamsız, bomboş bir yüzde bir sıyrığın süs olması gibi…


Gorki, Rus realist edebi türünün öncüsüydü ama yalın otobiyografik yazılar yazmadı, bunun yerine otobiyografik romanlar yazdı. Yazdıklarının bir belgesel gibi gerçeği göstermesini değil,


gerçeği hissettirmesini istiyordu sadece. Çok sevdiği nenesi ve acımasız dedesinin evine gönderildikten sonraki hayatını ve yaşadıklarını sanatsal olarak kaleme alma ihtiyacını şöyle dile


getiriyor:


Yoğun, renkli, anlatılamayacak kadar garip bir hayat başlamıştı ve korkunç bir hızla akıp gidiyordu. Bana, iyi yürekli, ama katı, acımasız gerçekliği yumuşatmaya kalkışmayan yetenekli bir


sanatçının anlattığı bir masalı anımsatıyor. Bu “akıldan nasibini almamış aile”nin karanlık yaşamı öylesine çileli, öylesine acımasızlıklarla doluydu ki, geçmişi gözümde canlandırırken bazen


ben bile bu yaşananlara inanmakta zorlanıyor, gerçeği görmezden gelme, hatta yadsıma ihtiyacı duyuyorum.


Ama gerçek, acıma duygusundan üstündür. Kaldı ki, ben burada kendimi değil, sıradan Rus insanının o gün bugündür yaşamakta olduğu boğucu, kahredici, ürpertici çevreden edindiğim izlenimleri


anlatıyorum.


O, dönemin şartları sebebiyle hayatın bu denli vahşi bir şekilde kucaklayıp sıktığı milyonlarca kişiden birisiydi sadece. Ancak yazma tutkusu, onun sıradan dramını diğerlerinden ayıracak ve


onu özel kılacaktı.


Çocukluğum, Ekmeğimi Kazanırken ve Benim Üniversitelerim, Gorki’nin hayatını üç kısma ayırıp anlattığı otobiyografik roman serisidir. Bu üçleme, Rus dilinde yazılmış en yetkin — aynı zamanda


en az bilinen — eserlerden. Başta insana iç karartıcı bir anı defteri izlenimi verebilirler ama kapakları açıldığında dillerinin zarafeti ve samimi anlatımlarıyla hayata başka bir açıdan


bakma fırsatı sunuyorlar.


Listeye katıl.Müzik. Sponsor | Podcast| Slack | Facebook | Twitter | Instagram | Kodcular