Akıl mı iman mı? - Ayşe Sucu - Sözcü

feature-image

Play all audios:

Loading...

Ortaçağ taassubu denilince hatırıma gelen bir dava vardır: “_BIRILERI, EŞEĞIN AĞZINDA KAÇ DIŞ OLDUĞUNU MERAK EDER VE BÖYLECE TARTIŞMA BAŞLAR. ÖYLE KI BU TARTIŞMA YÜZ YIL SÜRER. NIHAYET


BIRISI ÇIKAR VE “NIYE TARTIŞIYORUZ, EŞEĞIN AĞZINI AÇIP, DIŞLERINI SAYALIM. BÖYLECE KAÇ DIŞ OLDUĞUNU ÖĞRENMIŞ OLURUZ” DER. LAKIN KILISE KARŞI ÇIKAR: “ HAYIR, SAYAMAZSINIZ, SAYMIŞ OLSANIZ BILE


GERÇEK OLMAYACAKTIR. ÇÜNKÜ KUTSAL KITAPTA EŞEĞIN DIŞI ILE ILGILI BIR BILGI YOKTUR_” der. Birkaç gün önce, bir ayetin mealinden hareketle tartışırken, muhatabım, 10. asırda yaşamış bir


alimin yorumunu öyle dayattı ki, aklıma yukarıdaki kıssa geldi. Abartılı gibi gelebilir pek çok insana ama taassup böyle bir şey. Aklımızı, akli çıkarsamalarımızı, tecrübelerimizi devreden


çıkarmak ve fakat yüz yıllar önce oluşmuş yorumları mutlaklaştırmak, iman karşısında aklı ve bilgiyi itibarsızlaştırmaktır. Müslüman dünyaya bu pahalıya mal olmuştur. İslam’ın tarihsel


serüvenini dikkate alan duayen ilahiyatçı PROF. DR. HÜSEYIN ATAY HOCAMIZ, rivayetçiler tarafından adım adım aklın devreden nasıl çıkartıldığını şöyle özetler: RİVAYETÇİLER DÖRT SINIFTIR


_“1-HADISÇILER. HZ. PEYGAMBERIN ÖLÜMÜNDEN SONRA, BIRINCI ASIRDA KISITLANDIKLARI HALDE, IKINCI ASIRDA RIVAYETE BAŞLADILAR._ _2-İKINCI ASIRDA TASAVVUFÇULAR YÜCE TANRI’DAN RIVAYETE BAŞLADILAR._


_3-ÜÇÜNCÜ ASIRDA MUKALLITLER (TAKLITÇILER) IMAMLARDAN RIVAYET ETTILER._ _4-DÖRDÜNCÜ ASIRDA KELAMCILAR IMAMLARINDAN RIVAYETTE BULUNDULAR. _ _BU DÖRT RIVAYETÇI SINIFIN ORTAK ILKELERI: DIN


AKILLA OLMAZ. KUR’AN’I IMAMLARDAN BAŞKA KIMSE ANLAMAZ. İMAMLARIN IÇTIHATLARI KIYAMETE KADAR YETER. ONLARIN DEDIĞINI ANLAMAKLA HER ŞEY ÇÖZÜLÜR. HADIS KUR’AN’A EŞITTIR VE HATTA ANLAŞILMASI


HADISLERE BAĞLIDIR. 861’DEN BU YANA İSLAM’I YÖNETEN, UYGULAYAN BUNLARDIR.” _ İMAN VE AKIL BİRLİKTELİĞİ Yaklaşık on beş asrın bu fotoğrafından hareketle söyleyelim ki; şablonlara dönüşmüş bir


öğretinin, şahsiyetli karakterler yaratması ve ahlak ve bilgi temelli bir dindarlık oluşturması olanaklı değildir. Olsa olsa robotlar yaratır. Bu durum eleştirel düşüncenin önünü de


kesmiştir. İslam adına üretilecek her türlü felsefe, yorum, fıkıh, kelam, tefsir ve davranışlara yön veriş salt teslimiyetçi iman odaklı bir görüş tarafından ya da onu bütünüyle reddeden


akıl odaklı pozitivist görüş tarafından ortaya konulduğu takdirde esasen bir zıtlığa muhtaç olmayan bilgilerin kendilerine zıtlık arama çabasını doğurmuştur. Oysa aklın zıddı iman değildir,


akılsızlıktır; imanın zıddı da imansızlıktır, akıl değildir. Öyleyse aklın ve imanın aynı bünyede buluşması yadsınamaz. Hatta din adına üretilen bilginin denetlenmesi açısından bilhassa


mühimdir. Aklın ürettiği bilgi iman tarafından, dinin ürettiği bilgi akıl tarafından sorgulanabilir. Aklın da imanın da amacı hakikat ise hakikat bu sorgulamayı zorunlu kılar. Unutmayalım


ki, hakikat, içinde doğruluğu ve gerçekliği barındıran bir kavramdır. Her doğru gerçek olmadığı gibi, her gerçek de doğru olmayabilir ama birlikte hakikati oluştururlar, tıpkı iman ve akıl


gibi. Ezcümle, hakikate ulaşmak için iman ve akıl birlikte yürümelidir.